25 Ağustos 2017 Cuma

Hatırat

İnsanın yaşadığına en büyük kanıtı geride bıraktığı anılar. Nereden baksan süreğen bir hatıra hayat. Ölenlerimizin eşyalarını bu nedenle atmayıp odalarda biriktiriyor, her odaya girişimizde onlar da oradaymışçasına yanlarına oturuyor, hasret gideriyor, ağlıyoruz. Önce kurtulmak için savurup atıyor, sonra yırtıcı hayvanlar gibi toprağı eşeleyip hatırlamak için çıkarıyoruz.

9 Ağustos 2017 Çarşamba

Araç

İnsanı delirmekten koruyan şey ölüm, öldürülmekten koruyan şey de ölüm sebebinin ortaya çıkma ihtimalidir. Aslında birini öldürmemizi engelleyen şeyle, bizi cinayetten koruyan şey aynı yakalanma korkusu.

Vicdanımızın sınırlarını hırslarımız, hırslarımızın sınırlarını da korkularımız belirler. Terfi hırsınız varsa, arkadaşlarınızı satarsınız. Terfi edememe korkunuz varsa birilerine yaranmaya çalışırsınız. Sonra da tüm bunları meşrulaştırmak, yumuşatmak ve kabul edilebilir hale getirmek için 9.99 liraya satılan kişisel gelişim kitapları alır, kapitalizmin sahte peygamberlerinin hikayelerinden alıntılar yaparak korkularınızla sınırladığınız  vicdanınızı rahatlatırsınız.

Bu, insanın hayatla arasındaki tatsızlıkları gidermesi için hoş bir araçtır.



#önderabay

14 Ağustos 2014 Perşembe

İnternete sansür sisteminin alt yapısı kuruluyor

Türkiye'deki internet alt yapısının tamamına yakınını kuran Türk Telekom'un, kullanıcılara ait her türlü bilgiyi elde edebileceği bir istihbarat ve engelleme sistemi kurmaya hazırlandığı öğrenildi.

Şirket, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'nın direktifleri doğrultusunda internet ortamına müdahale edebilmek için Procera Networks adlı ABD şirketinden çeşitli donanımlar aldı. Şirket bu donanımlarla kullanıcıların mesajları da dahil pek çok işlemi analiz edecek, yavaşlatacak, gerekirse sansürleyebilecek.

Konu ile ilgili konuşan Tüm İnternet Derneği Başkanı Füsun Nebil söz konusu işlemlerin kişisel hak ve özgürlükleri tehdit ettiğini belirterek bu tür cihazların kurulmasının endişe verici olduğunu söyledi.

(3 Temmuz 2014 / Taraf)


24 Temmuz 2014 Perşembe

Onlar

Önce gitmeye alıştırdılar, çok basitmiş gibi gösterdiler gitmeyi. Kaçıp kurtulanlara “Gidenler” dediler. Gitmek kolaydı ama yine de cesaret istiyordu. Haliyle korkup gidemeyenler oldu. Onlara da “Kalanlar” dediler. Daha sonra beklemeyi öğrettiler. Öyle süslü kelimelerden cümleler kurdular ki umut doldu kalpler. Beklenirse eğer daha güzeli, daha iyisi olacağına inandırdılar. Gidenler gittikleri yerde, kalanlar kaldıkları yerde beklediler. Çok uzun süre, düşünmeden umutla beklediler. “Bekleyenler” di artık onlar. Ne zaman umutları tükendi işte o zaman düşünmeye başladılar. Gidenler de bekliyordu, kalanlar da. Peki herkes beklerken mutluluk ne kadar yakın olabilirdi ki ? Bekleyenlerin bazılarının gelmesi ve onlara “Gelenler” deme vakti gelmemiş miydi artık ?



4 Haziran 2014 Çarşamba

Şahane Misafir / Magnifica Presenza


Sinema ile uzaktan yakından alakası olmayan, televizyon filmi tadında (O da nasıl oluyorsa artık, neyse siz anladınız!) İzledim, izlerken de kendimi sonunun çok çarpıcı biteceği ile teskin ettim, ama ne mümkün! Sezarın hakkının Sezara vermek lazım, sahneler arası müzik geçişleri çok başarılıydı.

İzledikten sonra sordum kendime, heyecanlandığım ya da tüylerimi diken diken eden bir an oldu mu diye?! Malesef etkilenmedim ben bu filmden, evet şirin bir film ama şirinlik yeterli değil. Vurucu, titretici, çarpıcı bir şeyler olmalıydı. Ferzan'ın bu filmi neden çektiğini de anlamadım doğrusu. Her filmin bir amacı vardır, izleyiciye bir şeyler anlatmak içindir sinema filmleri. Bu film bana bir şey anlatmadı, çok üzgünüm ama İtalyanca gibi bir dil bile bu filmi kurtarmak için yeterli değil. 

Tarafımca gülümseten tek replik;

-Hitler ne oldu?
+Öldü, intihar etti.
-Peki ya komünizm?
+O da kendini öldürdü.


Olmamış, hiç olmamış. Hele Mine Vagantin'den sonra hiç olmamış. Otur Ferzan 0! 

Yine de fragman için! :)





31 Mayıs 2014 Cumartesi

Serseri Mayınlar / Mine Vaganti


Serseri Mayınlar ( Türkçe deyimiyle, bir boka yaramayan başı boş kimse :) 2010 yapımı dram, komedi karışımı klasik bir İtalyan filmi. Muhteşem sofralar, muhteşem müzikler, bol komedi, bol dram ile süslenmiş harika bir Ferzan Özpetek işi. Konusu ise kısaca makarna üreticisi bir İtalyan ailesinin, geleneksel ve ahlâki kalıpların dışına çıkan çocuklarının (İki oğlu da eşcinsel) öykülerini anlatıyor. Bir yanda tutkular, heyecanlar, baş kaldırışlar; diğer yanda onaylanmak, kabul görmek, "normal" olmak.



Film vermek istediği asıl mesajı çok farklı bir konu üzerinden dillendirmiş. İki ayrı mesaj tek bir filmde kaynaşmış. Eş cinselliğin hastalık olmadığını anlatmasına rağmen filmde asıl ağır basan insanların kendi seçimleri, kendi hayatları. Ve aşkın iki beden arasında değil de iki ruh arasında yaşandığını anlatıyor Tomasso'nun gel gitleri. 

Hayatın içinde göze çarpan belli başlı olgulardan çok, derindekileri, çoğu insanın göremediklerini ve birçoğunun da görmezden geldiklerini açığa vurmuş bir film. 

Büyük anne ölürken bile kendi seçimleriyle öldü, daha güzel nasıl anlatılabilirdi ki. 


Filmin her bölümü kendi içinde espri ve gizli özneler barındırsa da, beni benden alan kısmı sevgilisinin gitmesine izin verdiği sahnede Tomasso ve Alba arasındaki şu cümleler sanırım.  

Alba: Şu yayımlamak istemedikleri kitabın ne anlatıyor?
Tomasso: Artık birlikte olmayan iki kişiyi. Biri acı çekiyor, diğeri çekmiyor.Belki de aslında bazı şeyleri...
...geride bırakma konusunda korkak olmamamız gerekiyor. Çünkü gerçekten önemli olan şeyler...
...hep bizimle kalır.



Kısacası beğenim tarif edilmeyecek kadar büyük. Hele ki Sezen Aksu şarkısının girişi beni çok heyecanlandırdı, gözümden yaşlar akarken çocuk gibi sevindim. İçimin en cız ettiği yer. 




İyi seyirler... 






19 Mayıs 2014 Pazartesi

Sarayın Tadları / Les Saveurs du Palais

Metres değil, aşçı!


Film Francois Mitterand’ın özel aşçısı Danièle Delpeuch‘un hikayesinden yola çıkılarak yapılmış, Elysee Sarayında geçen bir Fransız komedisi. 

Konusu; Perigord’lu ünlü şef Hortense Laborie, Fransa Cumhurbaşkanı kendisini özel aşçısı olarak işe alıp, Elysée Sarayı’ndaki bütün yemeklerin hazırlanması sorumluğunu verince şaşırıp kalır. Diğer mutfak çalışanlarının kıskanç tepkilerine rağmen boyun eğmeyen yapısıyla Hortense çarçabuk işe koyulur. Aşçılığının özgünlüğü ile cumhurbaşkanını hemen tavlasa da, iktidar yolları tuzaklarla döşelidir, cumhurbaşkanının metresi olduğunun düşünülmesi gibi. 

Baş aşçının masadan gelen kirli tabaklardan hangisinin başkana ait olduğunu dikkatlice takip edip tabağa konanlardan neleri yemiş neleri yememişin peşine düşmesi, başkan yemek yerken yemek salonunda bulunan görevlilerden tabağın içindeki yemeklerden önce neyi tadıp, neyi yediğini daha sonra tabaktaki hangi parçaya geçtiğini öğrenerek başkanın gurmelik derecesine ulaşmaya çalışması da izlenmeye ve üzerinde düşünmeye değer. 

Filmin en can alıcı noktalarından bir de bonus video; ağzınızın suyu akacak :) Bu sahneden yapılan tatlı aslında bir Osmanlı tatlısı olup, Fransız tacirlerin İstanbul ziyaretleri sırasında öğrenilmesi ile Fransa'da yapılmaya başlanmış. 

Ben izlerken çok keyif aldım, pazar öğleden sonrası için ideal bir film olmuş ;)
Passez du bon temps! (İyi seyirler)









Vesaire...


Yemeğe başlamadan önce ki besmele, bittiği zaman ki şükür. Evden sağ ayak ile çıkıp, sağ ayak ile girme inancı. Kimsenin anlamadığı... Ve yine kimsenin anlamadığı herkesin hayatına münhasır bir istekle çıktığım yurdu terk etme planları. Ekim ayında İtalyanın Lecce şehrine yolculuk var. Uzun bir süre buralarda olmayacağımdan olsa gerek, eksikleri tamamlamak gibi bir acele içerisindeyim. İndirilen veya vizyona giren tüm filmlere gitmek, alınmış ama zamansızlıktan okunamamış kitapları okumak, uzaktakileri ziyaret etmek ve bol bol müzik dinlemek... Dinledikçe fark ettiğim bir şey var, şarkılar sadece söylenmek için değil, sanki biraz da kendine uyarlamak, hayra yormak için varlar. 

16 Şubat 2014 Pazar

Last Vegas



Selam,
Güneşli bir pazar, deliler gibi dışarıda olmak istememe rağmen kendimi çok iyi hissetmediğimden evde kalmam gereken bir gün (Tarihe böyle geçsin lütfen!), değişik bir şey yapayım da film izleyeyim dedim. 

Uzun zamandır izlemek istediğim ama bir türlü fırsat veremediğim Last Vegas'ı izledim. Konusundan kısaca bahsetmem gerekirse, Billy, Paddy, Archie ve Sam çocukluklarından beri çok yakın arkadaştır. Grubun müzmin bekarı Billy otuz yaşlarındaki kız arkadaşına evlenme teklif ettiğinde, dört arkadaş hep beraber eğlenmek ve eski günleri yad etmek için Las Vegas'a giderler. Ancak oraya vardıklarında, günah şehri'nin değişmiş olduğunu ve arkadaşlıklarının sınandığını fark ederler. Vegas'ı ele geçirecek olan işte bu dörtlüdür :) Hangover serisinin yaşlı versiyonu da diyebiliriz aslında bir nevi ;)

Genel olarak izlenimime gelirsek; Robert De Niro, Morgan Freeman , Michael Douglas ve Kevin Kline gibi artık oyunculukta çoktan zirveye varmış ve hatta zirvenin de zirvesine ermekte olan oyuncuları bir arada izleme fırsatı vermesi bir yana insanda nedensiz bir tebessüm bırakması ve tatlı bir hoşluk yaratmasıyla sebebiyle beğenilebilecek bir film. 

Gülmek istiyorsanız, dostluğa dair yitirdiğiniz inancı pekiştirmek istiyorsunuz, daha önemlisi ''Ekip '' nasıl olunur öğrenmek istiyorsanız, arkanıza yaslanıp keyifle seyredebilirsiniz. Ayrıca filmin içinde çok kısa sürede olsa 50 cent görünmekte ve ekip tarafından çok fena dalgaya alınmaktadır. 

Filmin müzikleri için >>> http://bit.ly/1jIAMlr


Not:Tekrar tekrar ''şu Las Vegas'ı ölmeden evvel bir görmem lazım'' diye düşündüren bir ben miyim? 

İyi seyirler... 

14 Şubat 2014 Cuma

Sadri Alışık - Kaldırım Çiçeği 1969



Zaten onu hiç sevmedim ben, hiç sevmedim.
Yalnızlığımı bölüştüm bir ara hepsi o kadar; 

Sonra içten içe gülüştük biraz,
Bir demet çiçek, niyet kuşu, deniz kıyısı, karpuz sergisi, falan filan…

(Sadri Alışık - Kaldırım Çiçeği 1969)





4 Ocak 2014 Cumartesi

Sfumato

Şimdi kendime bir hikaye anlatacağım ve artık sadece buna inanacağım. Çünkü ne zaman dönüp baksam geçmişe, görüyorum ki yine değişmiş. Ya bir coğrafya eksilmiş ya da  bir tarih eklenmiş. Hiçbirşey yerinde durmuyor bu hayatta. Hiçbiri memnun değil yerinden. Belki de hiçbirşeyin yeri yok aslında. Onun için sığmıyorlar, bıraktığın çukurlara. Halbuki sırf onlar için, boylarını ölçüp de ona göre kazmışsın. Ama hiçbir halta yaramıyor! Hepside gözünü kırpmanı bekliyor. Kaçıp gitmek için. Ya da yer değiştirip seni delirtmek için. Özellikle de geçmişin...



31 Ekim 2013 Perşembe

Aşk Her Yerde ve Tatil

Selamlar,
Bi blog yazmaya başlayayım dedim, işlerin ardı arkası kesilmek bilmedi J 
Ayın bu son gününde Kasımda aşk başkadır geyikleri havada uçuşa dursun,  hafta sonu havanın İstanbul çevrelerinde kapalı olacağını varsayarak  size iki güzel romantik komedi film önereceğim. Evde olacaklar için hem aile ile hem arkadaşlar ile seyredebileceğiniz eğlenceli bir o kadarda komik filmlerimiz “Love Actually” ve “Holiday”.

“Love Actually”  Aşk her yerde (2003




İmdb puanı; 7.7 olan bu güzelim filmin konusu; kırılan kalpler, gerçekleşmeyen beklentiler, kahkahalar, şansını zorlayanlar, büyük hasar alanlar, riske girenler. Kısaca bu filmde aşka dair her şeyi bulmak mümkün…

-Hugh Grant yeni seçilmiş İngiltere başkanı rolünde ofisteki ilk gününde kadrosunda çalışan görevli genç kıza âşık olur.
-Yazar rolünde izlediğimiz Colin Firth kendisini aldatan karısını yeni terk etmiş, kırılan kalbini onarmaya çalışırken İngilizce bile bilmeyen güzel bir İtalyan kıza (Lucia Moniz) tutulur.
-Mutlu bir evliliği olan bir kadını canlandıran Emma Thampson ise sürekli kocasının kendisini terk edeceğinden şüphelenmektedir.
-Dul bir baba rolünü başarıyla canlandıran Liam Neeson ise oğluyla iletişim kurmaya çalışmaktadır.
-Mark rolündeki Andrew Lincoln ise gizlice en iyi arkadaşının karısına olan aşkını yaşamaktadır.

Sevginin her halini gözler önüne seren film, ne zaman sevgiden aşktan umudumu kessem içime biraz umut serpti.  Zaten ne geliyorsa başımıza böyle filmlerden geliyor ya neyse.

Filmin ödül alması gerektiğini düşündüğüm bir diğer kısmı da soundtrack tarafı.
Sizin için birde playlist yaptım, buradan dinleyebilirsiniz: bit.ly/19erZBh

“The Holiday” Tatil (2006)




İmdb puanı; 6.8 olan filmin başrollerinde Kate Winslet,  Cameron Diaz ve Jude Law <3 var.
Konusu ise;  Iris (Kate Winslet), İngiltere'de yaşayan bir gazetecidir ve iş arkadaşı Jasper için yıllardır karşılıksız bir aşk beslemektedir. Çalıştıkları işyerinin yılbaşı partisinde aniden Jasper'ın başka bir iş arkadaşıyla nişanlanacağı haberi Iris'i çok etkiler. Bu sırada, Amerika'da yaşayan ve film fragmanları hazırlayan Amanda (Cameron Diaz), erkek arkadaşının onu aldatması üzerine onu terkeder ve yaşadığı yoğun tempodan uzaklaşmak ister. İnternette tatil yerleri ararken, evleri herhangi biriyle bir süreliğine karşılıklı değiştirmeyi sağlayan bir site bulur. Amanda, İngiltere'deki Iris'in evi için onunla iletişime geçer ve karşılıklı olarak evleri yılbaşına kadar değiştirme kararı alırlar. Ve olaylar gelişmeye başlar…


Filmde Iris (Kate Winslet) ile Miles (Jack Black) arasında geçen ve beni çok etkileyen kısımlardan biride şu konuşma;

-Neden iyi biri olmadığını bildiğim kişiler beni çekiyor?
+Bunun cevabını biliyorum. Çünkü yanılmış olmayı umuyorsun, kötü bir şey yapınca umursamıyorsun, beklediğin gibi davranınca gönlünü kazanıyor. Sana uygun olmadığı konusunda kendinle savaşında yeniliyorsun.

Soundtrack listesi de işte burada; bit.ly/1aqtUEQ
 ___________________________0 ___________________________

İki filmi de defalarca kez izlemiş olmam bu hafta sonu tekrar izlemeyeceğim anlamına tabii ki gelmiyor. Güzel bir kahvaltı ardından filmlerle kasıma güzel bir başlangıç yapacağım sanırım. Birçok kişi için Kasım aşk’ı simgelese de benim için maalesef bu sene tam tersi. O yüzden sanırım bu filmlere sizden daha çok ihtiyacım var.

Bir daha ki yazıya kadar, sevgiler.



29 Eylül 2013 Pazar

Karamel - Sukkar Banat




2008 yapımı Fransız, Lübnan ortak yapımı etkileyici bir film var karşımızda. Vizyona girdiği sene yerel ve ulusal bir çok ödül alan film için künyesinde ne kadar romantik, drama ve komedi yazsa da drama tarafı oldukça baskın. 
Lübnanlı Nadine Labaki tarafından çekilen film de Beyrut’ta bir güzellik salonunda birbirinden farklı beş kadının hikayesi anlatılıyor. Layale, Rabih i sevmektedir ancak Rabih evlidir. Nisrine, Müslüman’dır ve yaklaşan nikah günü onu ölesiye korkutmaktadır. Çünkü bakire değildir. Rima, erkeksi tavırları ile diğerlerinden farklı. Kadınlara farklı açıdan yaklaşıyor. Özellikle de uzun saçlı güzel olanına. Jamale, yaşlandığını reddetmektedir. Rose, hasta ablasına bakarken hayatını harcamış bir kız kurusudur.

Filmin beni en çok etkileyen sahnesi ise; Rose, mösyö ile buluşmaya gitmek üzere hazırlandığı sahne. İçeride makyaj yaparken bunamış olan annesi sürekli kapısını çalar, çalarken de konuşur durur. O çocuktur, Rose'da annesi sanki. Annesi ile olan ilişkisinden etkilenmemek mümkün değil. Nasıl bıraıp gitsin annesini, "bende gidemezdim!" dedirtir.



Öyküleri bizim tamamlamamızı istemiş yönetmen bence bu filmde, hayatımızda öyleymiş gibi görünen karelerin gerçekten öyle olduğunu, olmadığını ya da olmayabileceğini anlatmak istemiş belkide. Bu açıdan film eksik kalmış gibi gözükebilir. Ama öyle yaparak, kafamızdaki ön yargılara ne kadar delicesine sığındığımızı, kurtulmamız ve hatta bir şans daha vermemiz gerektiğini dile getirmiş bence. Karakterler zorlama değil, dertlerin gözümüze, gözümüze sokulmasından kaçınılmış. Dostluklar laçka değil, iki yüzlülük yok, yalandan gülümsemeler 'seni anlıyorum'lar yok. Güçlü, etkileyici ve gerçek dünyadan gerçek bir drama izlemek isteyenler kesinlikle kaçırmamalı.
Holyywood'un fabrikadan çıkmışçasına birbirinin aynı olan kişilerini, mekanlarını görmekten bıkmış bünyelere iyi gelecek tatlı mı tatlı bir film. Kesinlikle seyretmek, desteklemek lazım kendi kültüründen beslenen yönetmenleri. 

Size bir de filmin müziklerinden bir örnek şarkı koydum, dinleyince ne demek istediğimi biraz daha net anlayacaksınız. 

Şimdiden iyi seyirler.








8 Eylül 2013 Pazar

The Help


The Help “beyaz bebeklere annelik yapan siyahlar” konusuna el atıyor ve altmışlarda, Jackson, Mississippi’de, ırkçılığın oluşturduğu kalın sosyal kuralları yıkarak kendilerini tehlikeye atan ve o yıllar için imkansız görünen bir dostluk kuran üç olağanüstü kadının ilişkisini anlatıyor.



Filmin en önemli iki karakterinden biri olan acar gazeteci Skeeter’ı, Emma Stone başarıyla canlandırmış ama asıl akılda kalan oyunculuk 2 kez Tony ödülü kazanmış ve Oscar’a aday olmuş Viola Davis‘den geliyor. On yedi beyaz çocuğu büyüten ama kendi çocuğunu ırkçılığa kurban veren Aibileen de çok başarılı bir performans sunuyor. Bir de acımasız kötü karakter Hilly var ki evlere şenlik (Bryce Dallas Howard), ben böyle kötü karakterleri iyi oynayan kişilerin de çok akılda kaldıklarını düşünmüşümdür hep, zira bende suratının ortasına iki tokat atma isteği yarattı tüm film boyunca. 
İzlemesi ve üzerine düşünmesi keyifli olan filmin kusurları da yok değil. Tiplemelerin etkisini arttırmak adına karikatürleştirmesi bunlardan biri… Özellikle filmin kendinden başka bir şeyi önemsemeyen beyaz anneleri bizim Yeşilçam filmlerinin o şen kahkahalı, hayırsız konkencilerini aratmıyor doğrusu.
Afişi yüzünden şımarık ve romantik bir kadın filmi sanılması tehlikesiyle karşı karşıya olan Duyguların Rengi, aslında ırkçılık ve kalbi yumuşatmak üzerine çok duyarlı bir yapım olmuş. Uzun süresine rağmen içine kolayca gireceğiniz ve sonuna kadar ilgiyle izleyeceğiniz bir hikayesi var. İzledikten sonra çok daha fazlasını anlatan romanı da okumanızı tavsiye ederim.
İMDB Puanı 8,0 olan film bunu fazlasıyla hak ediyor.